Dördüncü Sual: Ehl-i dalâletin kazandıkları muvaffakıyyet ve
gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki; onlar
bir kuvvete ve bir hakikata istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i hidayette
zaaf var, ya onlarda bir hakikat var?
Elcevap: Hâşâ... Ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hakta zaaf vardır.
Fakat maatteessüf kasîr-ün-nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde
düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine hâlel geliyor. Çünki diyorlar:
"Eğer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydı, bu derece mağlûbiyet ve
zillet olmamak gerekti. Çünki hakikat kuvvetlidir. اَلْحَقُّ يَعْلُو
وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ olan kaide-i esasiye ile, kuvvet haktadır. Eğer o
ehl-i hakka mukabil gâlibane gelen ehl-i dalâletin hakiki bir kuvveti
ve bir nokta-i istinadı olmasaydı bu derece galibiyet ve muvaffakıyyet
olmamak lâzım gelecekti?"
Elcevap: Ehl-i hakkın mağlûbiyeti, kuvvetsizlikten, hakikatsızlıktan
gelmediği, sâbık işaretlerle kat'î isbat edildiği gibi; ehl-i dalâletin
galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarından ve nokta-i istinad
bulmalarından
gelmediği, yine o işaretlerle kat'î isbat edildiğinden; bu sualin
cevapı, sâbık işaretlerin hey'et-i mecmûasıdır. Yalnız burada
desiselerinden ve istimâl ettikleri bir kısım silâhlarına işaret
edeceğiz. Şöyle ki:
Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesad yüzde
doksan ehl-i salâhı mağlûb ediyordu. Hayretle merak ettim. Tedkik
ederek kat'iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor,
belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahripden ve ehl-i hakkın ihtilâfından
istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zaîf damarları
tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi
tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır mâdenler hükmünde bulunan
fena istidâdları işlettirmekten ve şan ve şeref namiyle riyakârane
nefsin fir'avniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes
korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasiyle
muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat
وَالْعَاقِبَةُلِلْمُتَّقِينَ sırriyle,
اَلْحَقُّيَعْلُووَلاَيُعْلَىعَلَيْهِ düsturiyle: Onların o muvakkat
gelebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber,
Cehennem'i kendilerine ve Cennet'i ehl-i hakka kazandırmalarına
sebebdir.
İşte dalâlette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler
şöhret kazanmaları içindir ki, hodfuruş, şöhret perest, riyakâr
insanlar ve az bir şeyle iktidarlarını göstermek ve ihafe ve ızrar
cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhâlefet vaziyetine
girerler. Tâ görünsün ve nazar-ı dikkat ona celbolunsun. Ve iktidar ve
kudretle değil, belki terk ve atâletle sebebiyet verdiği tahribat ona
isnad edilip, ondan bahsedilsin. Nasılki böyle şöhret dîvanelerinden
birisi, namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hatta ondan
lânetle de ... bahsedilmiş de, Şöhret perestlik damarı kendisine bu
lânetli şöhreti hoş göstermiş, diye darb-ı mesel olmuş.
Ey Âlem-i Beka için yaratılan ve fâni âleme mübtelâ olan bîçare
insan! فَمَابَكَتْعَلَيْهِمُالسَّمَاءُوَاْلاَرْضُ âyetinin sırrına
dikkat et, kulak ver! Bak ne diyor! Mefhûm-u sarihiyle ferman ediyor ki:
"Ehl-i dalâletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz,
onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yâni onların ölmesiyle memnun
oluyorlar." Ve mefhûm-u işârîsiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidayetin
ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar,
firaklarını istemiyorlar" Çünki ehl-i îman ile bütün kâinat alâkadardır,
ondan memnundur. Zira îman ile Hâlık-ı Kâinat'ı bildikleri için,
kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet
gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler.
Ey insan, düşün! Sen alâ-küllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana
tabî isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak
için mesrur olacaklar. Eğer Eûzübillahi mineşşeytanirracîm deyip,
Kur'ana ve Habîb-i Rahmân'a tabî isen; o vakit semavat ve arz ve
mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin
firakından müteessir olup mânen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli
bir teşyî ile, kabir kapısiyle girdiğin beka âleminde senin derecene
nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder